30 Mayıs 2015 Cumartesi

İSRAİL’İN KATLİAMLARİ : Kuruluşundan bugüne kadar İsrail’in gerçekleştiği katliamlara baktığımızda aslında İsrail’in ne kadar kanlı bir siyaset izlediğini de görebiliriz. Kuruluşundan bugüne İsrail’in yaptığı katliamlar:



Kral Davut Katliamı 22 Temmuz 1946 İsrail terör örgütü Irgun’un Kral Davut Oteli’ne düzenlediği saldırıda 96 kişi öldü.

Deir Yasin Köyü Katliamı 9 Nisan 1948 Irgun terör örgütüne bağlı militanlar tarafından Deir Yasin köyüne düzenlenen saldırıda 254 Filistinli katledildi.

Lida Katliamı 9-18 Temmuz 1948 İzak Rabin’in açık emirleriyle gerçekleştirilen katliamda 10 gün içinde 60.000 kişi zorla evinden çıkarılırken, bunu takip eden el-Tira, Tantoura ve Hayfa katliamlarında da yüzlerce Filistinli sivil şehit edildi.

Safsaf Köyü Katliamı 29 Ekim 1948 İsrail ordusunun düzenlediği saldırıda köylülerin üzerine rastgele açılan ateş, 70 kişinin ölümüne neden oldu.

Davayima Köyü Katliamı 29 Ekim 1948 İsrail ordusunun düzenlediği saldırıda köylülerin üzerine rastgele açılan ateş, 70 kişinin ölümüne neden oldu.

Kibya Köyü Katliamı 12 Ekim 1953 Ariel Şaron liderliğindeki bir grup İsrail askeri, Batı Şeria’da bulunan Kibya köyüne bir saldırı düzenledi. Saldırıda 67 kişi öldürüldü, 75 kişi yaralandı.

Kufr Kasem Katliamı 29 Ekim 1956 İsrail’in Mısır’ı işgali arifesinde, bölgedeki bir Filistin köyüne saldıran işgal askerleri, aralarında kadın ve çocukların bulunduğu 49 sivili katletti.

Samu Köyü Katliamı Kasım 1956 Batı Şeria’ya bağlı Samu köyüne saldıran İsrail askerleri köyü yerle bir etti. Saldırıda 18 Filistinli katledildi, onlarca Filistinli yaralandı.

Ürdün Katliamları 15 Şubat - 4 Haziran 1968 İsrail savaş uçakları Ürdün Nehri boyunca 15’ten fazla Filistin köyüne napalm bombası yağdırdı. Saldırıda resmî rakamlara göre 56 kişi can verdi. Yine aynı yıl İrbid şehrini bombalayan İsrail uçakları 30 Filistinlinin ölümüne neden oldu.

Abu Za’abel Katliamı 12 Şubat 1970 İsrail uçakları Mısır sınırındaki Abu Za’abel’i bombaladı. Saldırıda hedef seçilen bir fabrikadaki 70 işçi şehit oldu.

Sha’a Katliamı 8 Nisan 1970 Mısır’ın başkenti Kahire’ye 80 kilometre mesafedeki Sha’a’da bir okulu bombalayan İsrail savaş uçakları 46 çocuğu katletti.

Suriye Katliamı 20 Temmuz 1981 İsrail jetleri Suriye hava sahasını geçerek 7 köyü bombaladı. Saldırıda en az 200 kişi katledildi.

Libya Katliamı 15-16 Eylül 1982 Libya Havayollarına ait bir yolcu uçağı İsrail tarafından düşürüldü. Uçaktaki 107 yolcu ve mürettebattan kurtulan olmadı.

Beyrut Katliamı 8 Ekim 1990 Lübnan’ın başkenti Beyrut’a hava saldırısı düzenleyen İsrail jetleri 300 sivili katletti, yüzlerce sivili yaraladı.

Sabra ve Şatilla Katliamları 25 Şubat 1994 1982’de Lübnan’ı işgal eden İsrail kuvvetlerinin başkomutanı Ariel Şaron’un gözetimi ve koruması altındaki Lübnanlı Hristiyan Falanjist milisler tarafından gerçekleştirilen katliamda 2.500 kişi şehit edildi. Saldırganlar öldürdükleri kişilerin cesetlerini tanınmaz hâle getirdiklerinden ölenlerden sadece 328’inin kimliği tespit edilebildi.

Kudüs Katliamı 18 Nisan 1996 Mescid-i Aksa’yı yıkarak yerine Süleyman Mabedi’ni inşa etmek isteyen Yahudilerle Filistinliler arasında çıkan çatışmada İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu 30 Filistinli öldürüldü, 800 Filistinli yaralandı



Hz. İbrahim Camii Katliamı 3-15 Nisan 2002 Batı Şeria’nın el-Halil kentindeki Hz. İbrahim Camii’ne sabah namazı sırasında bir Yahudi tarafından gerçekleştirilen saldırıda, aralarında çocukların da bulunduğu 50’den fazla kişi şehit edildi, yaklaşık 300 kişi yaralandı.



Kana Katliamı Mart 2004 İsrail, Lübnan’da bulunan Kana Mülteci Kampı’na düzenlediği saldırıda çoğu kadın ve çocuk 109 Filistinliyi katletti.

Cenin Katliamı Mart 2008 Batı Şeria’daki Cenin Mülteci Kampı’na zırhlı birliklerle saldıran İsrail ordusu burada yaklaşık 1.300 sivili katletti.

Nuseyrat Katliamı Ocak 2009 Gazze’deki Nuseyrat ve Bureyc mülteci kamplarına giren İsrail askerleri, aralarında 4 çocuğun bulunduğu 14 sivili katletti.



Gazze Katliamı 2009 (Dökme Kurşun Operasyonu) Gazze’ye yönelik havadan ve karadan gerçekleştirilen saldırı ve bombardımanlarda aralarında çok sayıda kadın ve çocuğun bulunduğu 1.500’ü aşkın Filistinli katledildi, 6.000’den fazla Filistinli yaralandı.



Mavi Marmara Katliamı 31 Mayıs 2010 Gazze’ye insani yardım koridoru açmak için yola çıkan 6 gemilik insani yardım filosu İsrail askerlerinin saldırısına uğradı. Saldırıda 9 yardım gönüllüsü şehit edilirken 56 gönüllü yaralandı.

İsrail Katliam Zamanını Özel Seçiyor



İsrail, Filistin'de yaptığı katliamların zamanlamasını çok iyi seçiyor. İşte katliam tarihleri arasındaki ilginç benzerlikler.

İsrail, Filistin tarafı ne zaman barış için adım atsa masum sivilleri katledip 'Teknik bir hata oldu' diyor.

İsrail, önceki sabah Filistinliler’in uykuda olduğu bir saatte Gazze’nin Beyt Hanun bölgesini vurdu. 10’u çocuk 19 Filistinli’nin can vermesi üzerine Birleşmiş Milletler dahil olmak üzere uluslararası kamuoyu ayağa kalktı. İsrail Ordusu ise “Teknik bir hata oldu. 450 metre uzaklıktaki bir bölge vurulacaktı. Ancak 12 havan topu hata sonucu sivil yerleşim bölgesine düştü” açıklamasını yaptı.

İsrail Ordusu’nun barış sürecinin en kritik dönemlerinde “teknik hata sonucu” sivilleri vurması akıllara “Bu bir tesadüf mü, yoksa taktik mi?” sorusunu getiriyor. Filistin’de yaşanan katliamların zamanlaması arasındaki benzerlikler ise dikkat çekiyor.

Tarih 9 Haziran 2006...
Gazze’deki Beyt Lahiya plajında piknik yapan çoğu çocuk 8 Filistinli, üzerlerine yağan İsrail füzelerinin altında can verdi. İsrail Ordusu, füzelerin aslında bölgedeki roket rampalarına atıldığını, ancak “teknik bir hata sonucu” sivillerin üzerine düştüğünü öne sürdü. Ordu daha sonra “Hamas patlayıcılarla sivileri öldürdü” açıklamasını yaptı. Plaj katliamından 1 gün önce ise Filistin’deki Hamas iktidarı 19 yıllık politikasını değiştirerek “İsrail’in varlığını kabul etmeye” ikna olmuştu. Hamas ve El Fatih’i temsil eden Devlet Başkanı Mahmud Abbas, İsrail ile barış müzakereleri için masaya oturacaklarının sinyalini vermişti. Plaj katliamından sonra Hamas ateşkesi bozdu. Şiddet tırmandı. İsrailli Onbaşı Gilat Şalit kaçırıldı ve Hizbullah’ın da devreye girmesiyle 1100 kişinin öldüğü Lübnan Savaşı başladı.

Tarih 8 Kasım 2006...
Gazze’deki Beyt Hanun bölgesinde uyuyan 10’u çocuk 18 Filistinli, üzerlerine yağan İsrail bombalarının altında can verdi. İsrail Ordusu, yine aynı savunmayı yaptı, “teknik bir hata olduğunu” açıkladı. Bu olaydan 1 gün önce İsrail ve “uluslararası kamuoyu”nca tanınmayan Hamas, iktidarı bırakmayı kabul etmişti. Hamaslı Başbakan İsmail Haniye, Abbas’ın desteklediği bir ulusal birlik hükümeti kurulmasını sağlamak için istifa etti. Böylece Hamas’ın iktidara geldiği Ocak’tan bu yana Filistin’e uygulanan ekonomik ve siyasi ambargo sona erecek, İsrail ile barış müzakerelerine oturmak için yeni bir atmosfer oluşacaktı. Ancak saldırı sonrası Haniye görevi bırakmaktan vazgeçti. Ulusal birlik hükümeti olasılığı zayıfladı. Filistinli silahlı örgütler birleşti. Hamas “İsrail yok olmalı, intikam alacağız” açıklaması yaptı. Bölgede yeni bir kaos ihtimali zirveye çıktı.

İsrailliler bile ayağa kalktı: Eli kanlı hükümet istifa
DÜNYAYI ayağa kaldıran Beyt Hanun saldırısı İsrail’de de büyük tepki gördü. Tel Aviv’deki İsrail Savunma Bakanlığı önünde toplanan eylemciler, “Savaşı durdurun” pankartları açtı. İsrailli solcu milletvekillerinden, Meretz Partisi Başkanı Yossi Beilin “İsrail’in ödeyeceği ahlaki ve diplomatik bedel, böyle bir operasyonun getireceği her türlü başarıdan daha yüksek olacaktır. Hükümet askeri faaliyetleri durdurmalı ve tam ateşkes için görüşmelere başlamalı” dedi. Lübnan operasyonlarında bile pek fazla sesi çıkmayan “Barış Şimdi” hareketi bile ayaklanıp, “Eli kanlı hükümet siyasi çözüm yerine askeri seçeneklerde yoğunlaşmaktadır” açıklaması yaptı. İsrail’in önemli gazetelerinden Haaretz’ın internet sitesindeki okur mesajlarında “Olmert istifa” ve “Olmert, Livni, Peretz. Allah belanızı versin”, “Savaş suçluları” yorumları yapıldı.

Cemaate Hizmet Partisi”ne dikkat! Cehennem Hizmet Partisi çıkarları için CIAmaati Hizmet Partisi ne dönüştürme


Allah’ın lütfu ve milletimizin destekleriyle iş başına gelen iktidarın kısmen gerçekleştirdiği hak ve özgürlükler ortamında yeni tezgâhlarla karşı karşıyayız.

Şeytan ve yandaşları hiçbir zaman pes etmezler. Şartlara göre insanoğluna tuzak kurmada mahir bir masondurlar! Yani ustadırlar! Bu münafıklar araziye göre şekillenen bukalemuna benzerler.

Dün, başta namaz ve örtümüz olmak üzere İslami değerlere topyekûn saldırıyorlardı. Bugün ise, başa çıkamayacaklarını anlayınca, o değerlerimize Milletimizi aldatma adına sarılmaya başladılar.

Dün, “Namaz ve başörtüsü devleti yıkacak irticai tehlikedir!” naraları atanlar, bugün “bunlar bizleri kurtarıcı can simidi!” diyorlar!

Dün, Ana Hayat Yasamız Kur’an-ı Kerim’i çocuklarımıza öğretmeyi ağır cezalarla yasaklattıranlar, bugün o yasakları kaldıran iktidarımıza destek verenleri din istismarıyla aldatma rolündeler!

Dün, gecelik yüzde binlere varan faiz artırımlarıyla ülkemizi ve halkımızı borç batağında yerli ve yabancı banka patronlarına sömürttürenler, bugün utanmadan, sıkılmadan dürüstlük postuna büründüler!

Dün, devlet parasıyla kurdukları özel bankalarla devleti dolandırıp, iflas numarasıyla katrilyonlarca zararı Devletimize ödettirenler, bugün güya yolsuzluk ve hırsızlık avına çıkmış birer Donkişot rolünü üstlendiler!

Dün, işçilerimizin haklarını, satılmış sendikalar eliyle toplusözleşmelerinde sıfır maaş (!) artışlarıyla patronlara ezdirtenler, bugün emekçilerimizi yeniden aldatmak için kurtarıcı rolünde, kuzu postunda kurtlaştılar!

Dün, Kırk Haramileri aratmayacak şekilde ihale, yolsuzluk ve hırsızlıklarında başrolde olanlar, bugün, karanlık odada vaftiz edilmiş günahsız birer masum rolüne büründüler!

Dün, gerçek vatanseverleri; dinci, irticacı, yobaz, çağdışı ve Ataput düşmanı damgasıyla dışlayanlar, bugün mürtecileri bekârına ve duluna bakmadan, hacısını, hocasını ve müftüsünü partilerine ve localarına alma yarışına girdiler!

Dün, laiklik ve Kemalizm maskesiyle dinsizliği ve ateistliği savunanlar,bugün ise “Cehenneme Hizmet Partisi”ni çıkarları için “Cemaate HizmetPartisi”ne dönüştürme hilesini, andaç Mason Demirel taşeronluğunda planladılar!

Dün, Tarikatları ve Cemaatleri potansiyel en büyük tehlike ve irtica merkezi görenler, bugün “düşmanımın düşmanı dostumdur!” hilesiyle bazı kardeşlerimize, sol elleriyle tokalaşıp, sağ elleriyle arkadan hançerleme tuzağını kurdular!

Dün, Cemaat, Tarikat ve halkımızı tam kırk yıl yalan ve dolanla aldatma hilesini, Demirel ve yandaşları ustalıkla yaparken, bugün bizzat yönettiği İslam’a atılan altı oklu talebelerinin hile kulakları, usta boynuzları geçmiş durumda!

Dün, inanç ve amel yönünden birbirine tavan tabana zıt C.H.P ile Cemaatin bugün kıydığı Mut’a Nikâhı’ndan “Cemaate Hizmet Partisi” mi, “Cemaate Hezimet Partisi” mi doğacak?! Bakalım, izleyip göreceğiz!

Tüm bu oyunlarla, dün olduğu gibi bugün de bizlerin eliyle ülkemizi yeniden kaosa sürükleyip istikrarsızlaştırmak istiyorlar!

Ülkemizi, bölüp parçalayarak yutmak isteyen bütün bu Şeytani Siyonist tuzakları, dün olduğu gibi bugün de birlik, kardeşlik ve dayanışma emri ilahîsine uyarak ve

“Ey Rabbim! Düzenbaz Şeytan ve yandaşlarının kışkırtmalarından ve tuzaklarından sana sığınırım! Ve Ey Rabbim! (benim onların yanında)onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım! (Mu’minun S.97-98)” duasının gereğini yaparak boşa çıkarmalıyız.

Selam, sevgi ve duayla

Şevki Yılmaz



Tanrı uludur”lu günlerin başlangıç tarihi :

İslâm dünyasında 622 yılından beri, Hz. Peygamber’in öngördüğü biçimde okunan “Ezan-ı Muhammedî”, ilk kez “Muhammedî” kimliğinden, onunla birlikte de “şeair” (İslâm işareti) vasfından koparıldı ve Türkçe bilmeyenler için “anlamsız” bir bağırtıya dönüştürüldü.

Hafız Rıfat Bey tarafından ilk Türkçe ezanın Fatih Camii’nde okunduğu tarih 3 Şubat 1932’dir.

Aynı yıl Türkiye’de insanlar açtı, ilâçsızdı; doktorsuzdu, ekmeksizdi, sahipsizdi; millet önlenemeyen salgın hastalıklarla pençeleşiyordu…

Çocuklar ya doğum sırasında, ya da kızıl, kızamık, boğmaca gibi hastalıklardan ölüyordu…

Türkiye’nin yeterli öğretmeni, okulu, hastanesi, yolu, suyu, fabrikası, barajı, elektriği, havaalanı yoktu…

Gençlere “din eğitimi” verecek imam-hatipleri, Kur’an kursları, İlahiyat Fakülteleri (o da aynı yıl, yani 1932 yılında kapatıldı) yoktu…

Artık “ezan gibi ezan”ı da yoktu, Türkiye’nin!

Ama bir “Dünya Güzellik Kraliçesi” vardı…

Yarışmayı, yanlış hatırlamıyorsam, tek parti yönetiminin yarı resmi organıCumhuriyet Gazetesi organize etmişti.

Ve Avrupa, bizi açılıp saçılmaya teşvik babında, “Türkiye Güzeli”ni,“Dünya Güzellik Kraliçesi” ilân etmişti.

Ekonomi gazeteleri dâhil tüm gazeteler bu haberi günlerce manşetten veriyor, halka “ezansızlığın acısı”nı unutturmaya çalışıyordu.

Ama halk ne o acıyı unuttu, ne de o acıyı kendisine yaşatanları: Eline geçen ilk fırsatta (14 Mayıs 1950 genel seçimleri) kendisini tam 18 sene ezansızlığa mahkûm edenlerden intikamını aldı… CHP’yi deviripDemokrat Parti’yi iktidar yaptı…

Sonra o çizgide yürüyen diğer partileri: AP, ANAP, DYP; nihayet AK Parti…

On yıllık iktidarında kaçınılmaz olarak yaptığı bazı hatalara rağmen, bugün bile AK Parti’nin oy oranı yüzde 55’lerde, CHP’ninki ise taş çatlasa 20-25’lerde ise, bu sonuç “Ezanın intikamı”dır!

Türkiye’nin düşman işgaline uğramasını camilere çan takılması ve Ezan-ı Muhammedî’nin susturulması olarak algılayan Mehmed Âkif, Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine yazdığı meşhur “Bülbül”şiirinde şöyle kükremişti:

“Ne zillettir ki: Nâkuus, (çan) inlesin beyninde Osman’ın,

“Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlânın!..”

Ve kendisine ısmarlanan İstiklâl Marşı’na o hicran içinde ezanlı mısralar koymuştu:

“Bu ezanlar -ki şahadetleri dinin, temeli,

“Ebedi yurdumun üstünde benim, inlemeli.”

Âkif, bu şaheser mısraları yazarken, bir gün bu topraklarda Ezan-ı Muhammedî’nin susturulacağını, eski coşkunun hıçkırığa dönüşeceğini acaba hiç aklına getirmiş miydi?

Âkif’i bilemem, ama cumhuriyet döneminin fikir babalarından Ziya Gökalpçoktan kararını vermişti: “Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur/ Köylü anlar manasını namazdaki duanın” diyerek ezanın Türkçeleşmesini savunuyordu.

Ezanı aslı gibi okumaktan çıkarmanın kılıfı, “Ne söylendiğinin anlaşılması”ydı, ama saklı amaç, o dönemin fikir babalarından Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” ismiyle yayınladığı hatıralarında ifade ettiği üzere,“dinde reform” yapmaktı.

Dönemin yarı resmi gazetesi Cumhuriyet, 04 Şubat 1932 tarihli nüshasında konuya “Türkçe” çerçeveli yaklaşıyor, “Türk dünyasının Tanrı’sına kendi bilgisiyle taptığını” yazıyordu.

Milletin bütün bu “arıza”ları aşıp tekrar kıblesiyle buluşacağını, o günlerde biri söylese kimse inanmazdı. Bugün çok şükür yaşıyoruz.

Allah’ı “ulu” (zira bir de “Ulu Önder” var” gibi kifayetsiz kelimelerle değil,“Allahüekber”lerle anıyoruz!

Yavuz Bahadıroğlu


Paralel yapıyı bekleyen gelecek!

Paralel yapı için kritik eşiğe gelindi.. İl imamlarının deşifre edildiği günlerde, Cumhurbaşkanı Afrika seyahatine çıkmıştı. Cumhurbaşkanının gündeminde paralel yapının Afrika’daki faaliyetleri de vardı. Dışişleri Bakanı ise paralel yapının Türkiye’deki fahri konsolosluk ağını deşifre etti ve bu yapılanmayı tasfiye etti.

Bir yandan yargı süreci devam ederken, bu yapının devleti ele geçirme planlarını konu alan “Kod adı KOZ” adlı film de vizyona giriyor. Bütün bunları bir arada düşündüğünüzde aslında adım adım büyük bir operasyona yaklaşıldığını tahmin etmek çok güç olmasa gerek..

81 ilin imamından söz ediliyor. Bölge imamları var. Bunların yardımcıları, koordinatörleri, ilçe imamları, mali komiteler, iktisadi işletmek, hukuki işler, uluslararası ilişkiler, basınla ilişkiler, istihbarat, himmet grubları ve daha bir sürü komite ve komisyonun başkan ve yardımcıları. Bunlar örgüt üyeliği, örgüte yardım ve yataklıktan sanık olabilir. Örgüte para toplayanlar, bu paraları taşıyanlar, örgütün işletmelerinin yöneticilerinin sanık olduğu bir dava düşünün, 81’i, 800 ilçe, 110 ülke. On binlerce kişilik bir potansiyel sanıklar ordusundan söz ediyoruz. Bunları nasıl yargılayacak, nerede tutacaksınız. Yargılama ya da ceza ve tutukevi olarak yeni tip cezaevlerine ihtiyaç olacak. Klasik F Tipi bu ihtiyaca cevap vermeyecektir. Silivri de yetersiz. Aslında Silivri paralelcilerin rakipleri için düşündüğü yerleşkeydi. Kime niyet, kime kısmet.. Ama Silivri gelinen noktada yeterli değil. Aceba dikey bir yargılama ve cezaevi tipi mi geliştirmek gerek..

Derin devlet, paralel devlet, darbe, terör, Mafia gibi örgütlü suçların yargılamaları, cezalandırılmaları, dava dosyaları, basın, STK, yerli ve yabancı gözlemciler, Üniversiteler, müdahiller içi özel bölümleri ile yepyeni bir anlayışla bu merkez dizayn edilebilir.. Özellikle diğer ülkelerde açılacak davalarla ilgili, çok sayıda yabancı savcı, hakim ya da siyasi, emniyet, istihbarat görevlisi, diplomat bu davayı kendi iç hukuklarındaki karşılığı için pilot bir yargılama olarak görecekler.. Bu açıdan yargılamanın anında özet olarak da olsa tercüme edilerek bir basın ajansı ya da “AA” içinde oluşturulacak bir birim tarafından servis edilmesi gerek.

Bu yargılama başlayıp, hemen bitmeyecek. Yıllar sürecek..

Bu işin, Media, Mafia, Sermaye, Finans, Siyaset, Bürokrasi, Güvenlik, İstihbarat, STK, dış bağlantıları var. Paralel devlet, paralel din yapılanması sadece Türkiye ile başlayıp, Türkiye’de bitmiyor. Yarın bu iş, ABD, bazı AB ülkeleri, Vatikan ve İsrail’de iç politika meselesi haline gelirse şaşmamak gerek. İrangate gibi patlayabilir bu iş. Birçok ülkenin istihbaratı ile içli dışlı olan bir yapıdan söz ediyoruz. Sahte diploma, kayıtdışı para hareketleri, sınav sorularının çalınması, kamu kaynakları ve fon kaynaklarının haksız kullanımı, gizli bilgilerin ele geçirilmesi ve başka ülkelere transferi, her şey var. Hatta Mısır, Yemen, Libya, Tunus gibi ülkelerde meydana gelen olaylarda da bu kişilerin parmak izlerini görmek mümkün.

Türkiye’deki yargılamanın bu açıdan iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerek..

Kendiler kabul etmek istemiyorlar ama, bu işin geri dönüşü yok.. Geleceğe ilişkin bir kehanete inanıyorlar ve bekliyorlar. Bu şekilde deşifre olmaya devam ederlerse aniden çözülebilirler.. Para kaynakları ve para hareketleri da deşifre edildikten sonra fazla bir hareket alanı bulamazlar. Giderek istihbarat kaynaklarını kaybediyorlar. Bürokrasideki adamları tasfiye edilmeye devam ediyor. Yargı ve polisteki, istihbarat örgütleri ve stratejik kurumlardaki adamları tesbit edildi..

Sanırım, ağustostan sonra ordu, eğitim kurumlarındaki adamları da büyük ölçüde tasfiye edilmiş olur.. Zaten o zamana kadar seçimler yapılmış olacak.. Yeni meclis, yeni hükümet, o zamana kadar açıklanacak iddianamelerle suçlamaların ve kanıtlarının ortaya çıkması ile de tasfiye süreci hız kazanmış olacaktır.

Paralel yapı da bu kötü gidişin farkında onun için onlar da ellerini daha çabuk tutmak istiyorlar. Çünki gelecek günlerin geçen günleri aratacağının farkındalar.. Çember daraldıkça korku, panik, stres artıyor..

Bu yaz sıcak geçecek gibi sanki.. Sadece Türkiye’de değil, bölgemizde ve İslam dünyasında.. Zaten büyük değişimin sancısız olacağını düşünmek doğru değil.. Sel gidecek, kum kalacak. Gecenin karanlığından sonra aydınlık bir şafak bizi bekliyor.

“Bekleyin inananlar, bahar gelecek bahar!”

Selâm ve dua ile.

Abdurrahman Dilipak

KABALA VE AMERİKA,İSRAİL, İRAN ÜÇGENİNDE ERDOĞAN VE CİFİR SAVAŞLARI



Gülen'in Bedduası ve Cifir Savaşları

Haberseyret.com yazarı Bi Simit, "Amerika, İsrail, İran Üçgeninde Erdoğan ve Cifir Savaşları" başlıklı yazısında, Fethullah Gülen'in bedduasının normal bir beddua olmadığını belirterek, "Bu beddua girişimi dönüşü olmayan, dönüşü durumunda bizzat beddua sahibini öldürecek bir kabala ritüeliydi" ifadelerini kullandı.


وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِيجَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ

Okunuşu ; Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Meali ; Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: 'Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur.' Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.

Başta İmam-ı Şafii olmak üzere bir çok imam ve alim bu ayet-i kerimeden "Küfür tek Millettir" sonucuna varmışlardır. Yazımızı okurken bu ayeti kerimeyi de bu sonucu da aklınızın bir köşesine kazıyın ve bu bilinçle okuyun.

Allahuekber velillahil hamd.

Allahuekber !

Bir yazı kaleme almadan önce yazıda geçecek olan bir çok hususun okuyucu tarafından temel anlamda da olsa bilinmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden ara ara tarihe yolculuklar yapabiliriz.


Tarih okurken bugünle mutlaka bağdaştırın. Mutlaka bir yerden bir şeyler çıkacaktır. Bugün olanların aynısının veya benzerinin geçmişte de olduğuna şahitlik edeceksiniz. O kadar net ki her şey, görmemek için kör olmak gerekir. O kadar net ki, at gözlüklerini çıkarmak gerekir. Hazır mısınız?

 Bize hep saldırdılar. Biz hep tuzak kurulan olduk. Biz hep sırtından vurulan olduk. Biz hep ihanet edilen, arkasından iş çevrilen, ihmal edilen, görmezden gelinen olduk. Ama şunu unutmayın. Bütün bunlara rağmen biz hep KAZANAN TARAF olduk. İşte onları çıldırtan da hep bu oldu. Pusu kurdular belki. Şehitler verdik belki. Suikaste gittik belki ama bize kazandıran da bu şehitlerin varlığı olmadı mı? Tarihe bakın, geçmişe gidin. 1400'lü yıllarda da saldırmışlardı. 

Allahın sıfatını kendisinde taşıdığını iddia edenFazlullah Esterâbâdî isimli bir İran beslemesiYıldırım Bayezid'e suikastlar düzenlemiş, kurduğu Hurufi tarikatı ile Hanedanın içine kadar girmeyi başarmıştı. Sultan Bayezid vefatından bir kaç yıl önce Fazlullah Esterâbâdîyi astırsa da Hurufi tarikatının uzantıları Fatih Sultan Mehmet zamanında sarayda önemli konumlara sahip olmuş ancak ne Sultan'a ne de Devlet'e başta Allah'ın inayeti, sonra da devrin âlimlerinin uyanıklığı sebebi ile zarar verememişlerdi.

Kılıç kullanmıyorlardı. Zehir kullanmıyorlardı. Akıl ve ilimden başka silahları olmayan bu insanlar Peygamber Efendimizin Hz. Ali'ye öğrettiği ve günümüze kadar gelen Cifir ilmini çok aktif bir şekilde kullanıyor, bunu zehirli sözlerle (SİHİR) bir araya getirerek devleti devirmeye çalışıyorlardı. Devlet yönetmek kolay değildi. Sadece kas gücü yetmiyordu. Kılıçlar, süvariler, toplar, yüksek surlar yetmiyordu. İlim adamlarını da yanından ayırmamak gerekirdi. Düşmanın silahı ile silahlanmak için bir ilme daha ihtiyaç vardı. 1100 yılından sonra Doğunun zenginliklerini çalmak için akın akın Kudüse gelen Fransız Soylusu Hugues de Payen önderliğinde yaklaşık 10 şövalye Kudüs'te bir mağaraya denk geldiler. Mağaranın girişi bir yamacın dibinde olduğu için, önü de yüksek çalılıklarla kapanmıştı. Mağarayı keşfeden şövalyeler derinlere gittikçe öyle bir şey buldular ki bu onlar için Kudüsten de, doğunun bütün zenginliklerinden de çok daha önemliydi. Buldukları şey Hz. Süleyman'ın cinleri dahi kontrol altına alabildiği öğretilerin olduğu bir kitaptı. İşte bu kitap yaklaşık 50 yıldır Holywood filimlerine de konu olan kara kaplı sahafın temsil ettiği gerçek kitaptı. Bu kitaptaki ilim kara ilimdi. İnsana doğa üstü bazı varlıkları kontrol etme gücü veriyordu. 

Sözlerin ve harflerin gücü sihirle birleştiği zaman Allah muhafaza insanın yapamayacağı şeyler nadirdi.
 Daha sonra Tevratı tahrif edip yerine Kabalayı koyan sapık yahudiler de Kabala'yı bu öğretiler üzerine temellendirmişlerdi. Bu öğretiler o kadar cezbediciydi ki Hz. Musa ümmetini bir kaç gün bile yalnız bırakıp dağa çıksa, döndüğünde ümmetini sihire bulaşmış, kabalaya tapmış buluyordu.

Bu alıkoyamadıkları öğretiler yüzünden Hz. Harun da Hz. Musa'dan tokat yemişti. Bir lanet gibi yahudilerin üzerine çöken bu öğretilerin, kabalanın kaynağını bu 10 şövalye bulmuştu. Buldukları an orada durmadılar. Güney Batı'ya çekilerek ellerindeki bütün altınlarla işçi toplayıp büyük bir tapınak yaptırdılar. Bu tapınak ulaşılması güç, o zamanın teknolojisi ile zaptedilmesi imkansız bir kale gibiydi. Normal şartlarda bile bir insan yardım olmadan o tapınağa ulaşamazken, dışarıdan müdahele edilmesi neredeyse imkansızdı. İşte bu tapınakla beraber Fransız Soylusu Hugues de Payen şövalyelerine Tapınak Şövalyeleri ünvanını verdi ve başta Avrupa olmak üzere bütün dünyayı zehirlemeye başladı. 
Hikaye bu şövalyelerin Avrupa dahil bütün dünyaya yayılması, ekonomik kaynakları ele geçirmesi, Simya ilmine sahip olması (parantez : simya ilmi toprağı bile altına çevirebilme gücü dahil bir çok metafizik olayı kapsar ki şu anda dünyada bu ilmi bilenlerin sayısı bir elin parmağı kadardır) ve sonunda Osmanlıyı yıkarak dünya düzenini kurmalarına kadar devam eder. Bu şövalyelerin uzantıları bugün ki Rotschield, Rockerfeller, Mitshubishi, Monsanto gibi ailelerdir.
 
Konudan konuya geçmiyorum. Anlattıklarım tamamen kronolojik ve tarihi gerçekler. İnanmayanlar tek tek isimleri, tarihleri, olayları araştırabilir. Varsa bir çelişki yazabilir. Keşke konuyu baştan ve tamamen, tek ayrıntıyı atlamadan anlatma imkanım olsa ama bunun için koca bir kitap, hatta kitaplar silsilesi yazmak gerekir. Neyse devam ediyorum.
 Zaman geçtikçe Hz. Süleyman'ın tapınağının derinliklerinde bulunan bu kara kaplı kitabın muhtevası da nesilden nesle aktarıldı. Bu ilimler sadece Müslümanlar değil Allah inancını taşıyan Hristiyan ve Yahudilere karşı da kullanıldı. Yine bizzat Yahudi olduğunu iddia edenler tarafından. İşte Yahudi ile siyonisti birbirinden ayıran nokta da burasıydı. Siyonistler tapınak şövalyelerini kucaklamış ve davalarında bu öğretileri kullanabileceklerini düşünmüşlerdi.

Osmanlı zamanında başta Hacı Bayramı Veli hazretleri olmak üzere bir çok rehber başta cifir ilmi olmak üzere, kabala öğretileri ve ebced ile de devletin bekası için meşgul olmuşlar, ileride olabilecek bazı şeylere işaret etmişlerdi. Bu yüzden Tapınak şövalyelerinin hedefinde sürekli Müslüman alimler vardı. İbn'i Arabi, Gazali, Hacı Bayramı Veli gibi bir çok rehber hayatları boyunca yüzlerce suikasta maruz kalmışlar ancak Allah'ın izni ile hepsinden kurtulmuşlardı. Bu alimleri ortadan kaldırmak istemelerinin sebebi bu alimlerin kurduğu savunma mekanizmasıydı. 

Yazımızın belki de en önemli kısmı burası. Bütün bu ilimleri bilmenin tek anlamı dışarıdan gelecek saldırılara karşı yine aynı ilimlerle savunma hattı oluşturmak, Devleti Âli Osmaniyeyi ve kumandanı yani sultanı korumaktı. Ve defalarca da korudular. İstanbulu fethetmek bize nasip olacak mı diye soran 2. Murad'a "Padişah’ım sana İstanbul’u almak nasip değildir. Fakat Yüce Peygamber’in hadisinde de belirttiği gibi İstanbul mutlaka fetholunacaktır. İstanbul’u senin şu beşikte yatan şehzaden Mehmed’le yanımızda oturan müridimiz köse Akşemseddin alacaktır. Fethi mübin bu ikisine nasip olacaktır. Ben dahi bu fethi göremeyeceğim" diyen Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin bunu cifir ve ebced ile çözdüğü tartışılmaz bir gerçektir.

 Dostlar günümüzle ve başlıkla bu olanların ne ilgisi mi var?

Anlatayım. Aslında nerden başlayacağımı çok bilmiyorum. Erdoğan'ın attan düşme sebebini mi anlatayım. Buna sebep olan Londra'da uzun yıllardır yaşayan ve İngiltere'nin beslediği İranlı mollanın ismini mi vereyim? Tahşiye operasyonlarında yakalanan Kör Hoca Molla Muhammedin neden ortadan kaldırılmak istendiğini mi yazayım? Makam aracında üzerine kapı kilitlenen Başbakan'ın maruz kaldığı bu olayın aslında yine kara sözlerle işlenmiş suikast olduğunu mu anlatayım? Erdoğana Pensilvanyada yapılan bedduanın normal bir beddua olmadığı ve cifir ile kabaladaki ritüellere göre yapıldığını mı anlatayım? Yapılan bütün bu operasyonlara karşı Türkiye'de Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in yine 3 tane molla (Mela Muhammed, Mele Abdullah ve Mele Şirin) ile beraber kurdukları savunma hattını mı anlatayım? Bütün bu beddua seanslarına karşı alınan önlemleri mi?



Fantastik bir filim gibi geliyor değil mi size? Turgut Özal'ı hatırlayın o zaman. Özal'dan alınan örnekler üzerine yapılan bütün analizler zehirlenmediği ama bir sorun olmadan öldüğünü göstermekte. Özalı nasıl öldürdüler sizce? Yıllar önce 2014 yılında Gülen örgütünün sonunun geleceğini yazan Kör Molla Muhammedin hangi ilmi kullanarak bunu kaleme aldığını düşünüyorsunuz?

Soru sormadan anlatamam işte. Allah-u alem elimde bu örnekler olmasa size nasıl anlatacaktım onu da bilmiyorum. Ama bana susma Bisimit diyorlar. Yaz diyorlar. Yazayım da kime yazayım? Yazacak çok şey olunca ve işin içinde bizim doğa üstü dediğimiz ama aslında Kur'an ile sabit varlık ve ritüeller olunca sadece susup ölesi geliyor insanın.

Tekrar konuya geçelim. Erdoğan'ın attan düşme olayını basit gören bizler bazen güldük, bazen ah,vah ettik. Bu düşüşü atın huysuzluğuna bağlayacak kadar aptaldık. Evet maalesef aptaldık. Bu düşüşün arkasında yıllardır Londra'da İngiliz sermayesi ile kendine kanal kuran, akşama kadar kanalında Hz. Ebubekire, Hz. Ömere, Hz. Aişeye küfür ve lanet okuyan Yasser Al-Habib olduğunu nereden bilebilirdik? Bu bir deneme atışıydı. Ve başarılı oldular. Bu bir uyarı ateşiydi. Ve uyardılar. Bu düşüşü analiz eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez bunun normal bir düşüş olmadığını anlamıştı. Mehmet Görmez normal bir profesör değildi. Medresede diz çökmüş. Büyük mollalardan ilim tahsil etmişti. Eski usullere göre medresenin tozunu yutmuş, yaman bir alimdi. Hemen hiçbirimizin bilmediği, unvanında ne doktor, ne doçent ne de profesör olmayan danışmanlarını topladı. Bunlar Doğu'nun önde gelen medreselerinin yaman Mollalarıydı. Bu düşüşün tamamen bir saldırı olduğu kanaatine vardılar ve hemen ardından Özal'ın ölümünün tekrar araştırılmasını talep ettiler. Özal'ın üstüne bu kadar düşme sebebi buydu. Amaç katilleri bulmak değil, ortada kabala ve cifirden başka katil olmadığını ıs-bat ederek ikinci bir suikasta karşı önlem almaktı.

Özal'ın otopsisini yapanlar kesinlikle zehirlenme olmadığını tekrar dile getirdiler. Daha sonra devlet arşivleri açıldı ve Özal'ın konuşmaları, mimikleri, enerjisi incelendi. Dışarıdan bir el dokunuyordu. Normal değildi. Bütün bu saldırıların Özalı yıprattığı ve hasta ettiği anlaşıldı. Aynısını aslında yıllardır Erdoğan'a da yapıyorlardı. Bunu anlamak güç oldu ama geç olmadı. Diyanet İşleri Başkanı Görmez hemen bir savunma hattı kurulması emrini verdi. Enerji savaşlarının Dünyada petrol, doğal gaz, madenler üzerinden yapıldığını sanan bizler ilk defa gerçek bir enerji savaşına tanıklık ediyorduk. Erdoğan'ı koruyan mollaların yetiştirdiği talebelerden bazıları danışmanlık vasfı ile yakınında oldu. Bazıları koruma unvanı ile. Ama hepsinin bir amacı vardı. Tam 1000 yıl önce Hugues de Payenin başlattığı savaş devam ediyordu. Cumhuriyetin kurulması ile beraber bir kenara itilen Mollalar ve Medreselerin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor, Hacı Bayramı Velilerin, İbni Arabilerin, Gazalilerin eksikliği had safhada hissediliyordu. Cifir ilmi ile Said-i Kürdinin kurulacak olan devletin İslamı ortadan kaldırma girişimi olduğunu anlaması da bir İngiliz oyunu ile örtbas ediliyor, bu ilmi bilen alimler tek tek ortadan kaldırılıyordu. Özellikle Özal'ın ölümünden sonra savunma hattında kimse olmadığını düşünen şeytanın işbirlikçileri bu sefer Erdoğan'ın kellesini istiyordu. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'i çok hafife almışlardı. Meydan savaşı olmadan kelle koparacaklarını düşünmüşlerdi. Yanılacaklardı. Mehmet Görmez ve Kürt Mollalar devletin ve ümmetin izzeti için öyle bir savaş vereceklerdi ki, dillere destan bu savaşı sadece ŞEREFİN VE İZZETİN suskun tarihi yazacak ve bu gerçek amel defterleri ile beraber ortaya çıkacaktı. Birileri bunu çıkıp yazmasaydı !

Dünyada İsrail'den sonra en çok Yahudi'nin yaşadığı ülkeyi Amerika veya Avrupa'nın herhangi bir ülkesi sananlar yanılıyordu. En çok Yahudi İRAN'da yaşamaktaydı. Bunu eskiden saklayan, günümüzde ise bunun dillendirilmesinden rahatsızlık duymayan Yahudiler kurdukları ÜÇGEN hat ile Türkiyeyi ortalarına almışlardı. Amerika'dan beddualar geliyor, İranlı mollalar kirli ve kara sözlerle Erdoğan'ı sınıyor, İsrail ise medyanın gücünü kullanarak yıpratma operasyonunu meşru kılarak bir yandan asıl failmiş gibi görünmeye çalışırken diğer taraftan da bu operasyonun üstünü örtüyordu. Bu millet bu operasyonla sadece istihbaratın değil diyanetin de tetikte olması gerektiğini anlayacaktı. Diyanete ayrılan bütçenin, Mehmet Görmez'in medrese mezunu mollalara imamlık hattı tanımak istemesinin, doğudaki diyanet açılımının, kanalın ve radyonun Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in medrese vizyonunda ve bu vizyonun arkasında yatan yaman bir mücadele olduğunu bu millet çok sonra anlayacaktı. Aslında Mehmet Görmez buna hazırlıklıydı. Ve Özal'ın ölümünün bu minvalde araştırılmasını bizzat istemişti. Arka planda bunu nasıl dile getireceğini, medyayı ve hatta Başbakanı nasıl ikna edeceğini bilmiyordu. Ama olaylar öyle gelişti ki Hz. Allah'ın yardımı ile Erdoğan bizzat bu olaylara şahitlik ederek ve hatta bazen olayın MEF'ULU olarak inanmak zorunda kaldı.

17 Aralık darbe girişiminin başarısız olmasından sonra Pensilvanya'dan yapılan bedduayı normal bir beddua sanarak dalga geçenler, animasyon hazırlayanlar, caps yapanlar, yani bizler malesef yine aptalık ettik. Bu beddua girişimi dönüşü olmayan, dönüşü durumunda bizzat beddua sahibini öldürecek bir kabala ritüeliydi. Hem de en tehlikelisi. Bunu daha önce Hz. Süleyman'ın yükselişini önlemek için yapanlar yanlışlıkla Hz. Süleymanın eşlerinden birini öldürmüşlerdi. Ve bu sihir dönüp dolaşarak ritüelin sahibini bulmuştu.

Bütün bu olaylardan sonra böyle bir ritüelin olacağını tahmin eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez yine hazırlıklıydı. Molla Muhammed, Molla Abdullah ve Molla Şirinin önderliğinde 27 aralık gecesi Bitliste bir Norşin medresesinde yaklaşık 100 medrese talebesi ile bir araya geldiler. Yapılan dualar, zikirler ve ritüeller ile bedduaya karşılık verildi. Bu bedduaya karşı bir beddua değildi. Bu bir antivirustu. Bunu en iyi firaset sahibi müminler anlardı. Efendimiz sav'den Hz Ali ve Hz Ebubekire, oradan Geylanilere, Hacı Bayramı velilere, Gazali ve İbni Arabilere, Ebu Vefa Hazretlerine, Somuncu Babalara, Mevlana Siracuddinlere kadar gelen gelenek sadece İslam ve İnsan gerçeği değil, insan ve islamı tıpkı Mevlana ve Şems gibi birbirini tamamlayacak hale getiren ve Devletin bekası için elzem olacak olan bu gerçekti. Cumhuriyet ile ortadan kaldırılmak istenen bu gerçek Hz. Allahın emri ile var olmaya devam edecekti. Bunda şüphesiz hakiki İslam geleneğini ayakta tutan Doğu medreselerinin ve Kürt mollaların yeri büyüktü.

Tahşiye operasyonlarında göz altına alınan Kör Molla Muhammedin tek suçu vardı. O da Cifir ilmine vakıf mollalardan bir tanesiydi. Etrafındakilere akıl almaz şeyler söylüyor, ilginç tarih ve bilgilerden bahsediyordu. Bu bilgiler zamanla kulaktan kulağa aktarılıyor, Pensilvanya dahil bir çok karanlık zümrenin haberdar oluyordu. Kör Molla Muhammedin ortadan kaldırılması dikkat çekecekti. Bunu biliyorlardı. Bu yüzden kumpas kuruldu ve terör örgütü uzantısı suçlaması ile yapılan operasyonda tutuklandılar. Hiç bir haber sitesi veya televizyon buna yer vermedi. Hiç kimsenin haberi olmadı. Herkes günü birlik yaşamaya devam ederken bu operasyonların arkasında Cifir ve Kabala gerçeğini gören birisi vardı. Ama cesaret edemiyordu. Bunu nasıl anlatacaktı devlete? O kişi yine Diyanet İşleri Başkanı Görmezdi. Görmez 17 Aralık operasyonlarından sonra cesaretini toplayarak tek tek bütün olayların analizini bizzat dönemin Başbakanı Erdoğan'a sundu ve asıl mücadele ondan sonra başladı. Bir yandan saldırı hattındaki Amerika, İsrail ve İran, diğer taraftan Türkiye'nin bekası için yeri geldiğinde Gazali olan, İbn-i Arabi olan Görmez ve Kürt mollalar. Sonunda Kürt mollaların fendi zalimleri yendi. Ve arka planda düşman öyle bir mağlubiyet aldı ki Hz. Allah bu millete adaleti bir kez daha emanet etti.

Yazının daha uzun olması gerektiği kanaatindeyim ama buraya kadar yazdıklarımı siz de takdir edersiniz ki acaba yazsam mı yoksa yazmasam mı minvalinde kaleme aldım. Nitekim yazmak kolaydır belki ama bunun sonuçları olacaktır. Yazdıklarımın sonuçlarına katlanacağım elbet ama bunlar ulu orta söylenecek şeyler değil. Yine de Şevki Yılmaz'ın 1990'lı yıllarda dediği gibi bu açıklamalar insan hayatına mal olur ama Kur'ana dönmek için bu hayat Allah'a satılmıştır.

Ne istihbaratınızı, ne diyanetinizi, ne de medreselerinizi küçümsemeyin. Biz diri bir milletiz. Bizi geçmişimizden kopardıkları için bu yazdıklarım belki size acayip geliyor. Ama 100 yıl önce bu yazdıklarım derslerde öğretilen, anlatılan şeylerdi. Bizi ne Doğu'daki medreselerden, ne Kürt kardeşlerimizden, ne Devletimizden ne de ALLAH'TAN koparmalarına izin vermeyin. Cesur olun. Pısırık olmayın. Şu an savaş devam ediyor. Her gün düşman yeniliyor. Her gün biz şehid veriyoruz. Düşmanın yenilgisi bizim kaybımız olmadığı anlamına gelmiyor. Allaha şükür esefimiz yok ama en büyük kaygımız gün gelip bunlar anlatıldığında milletimizin bunları anlamaması olacaktır. İşte o gün bizim kaybedeceğimiz gün olacaktır.


Bisimit


Siyonizm, kendi çıkarları doğrultusunda hareket edebilmek için Yahudiler arasında Talmud’u, kendi aralarında da Kabala adlı kitabı kullanıyor.






KABALA NEDİR?
    “Modern Masonluk Kabalist esasları muhafaza etmiştir. Bundan başka mason sistemleri, tamamiyle kabalist fikirlere ve ilme dayandırılır.” (Çırak Kardeşlik Kolu, no, 3 sh. 13-14)

   Kabbala, Tevrat inmeden çok daha önceleri Yahudi ruhban sınıfının geliştirdiği bir öğretidir. Kabbala büyü ve şeytani güçlerle bağlantı sanatıdır.

   “Negatif güçlerin öğretisi” olarak tanımlanan Kabalizm temelde şeytanın dinini tüm özelliklerini içerir. Masonluk tamamen kabalist öğretiye dayalıdır.

   “Gelenek” veya “Ağızdan kulağa” anlamına gelen kabala “sır” esasına dayalıdır. Bu sırların tamamı “Jerusalem Lodge (Kudüs Locası) nın üç Kabalisti tarafından ezberde tutulur. Kabalistlerden biri öldüğünde diğeri İsrail’in 70’ler Meclisinden (Sanhedrin) seçilen bir aday aynı bilgileri devralır.

   “Kabala kitaplarının metinleri sembollerle doludur. Her devirde bunların manasını bilen üç Yahudi bulunur. Bunlardan ölenin yerine bir alt kadameden (Sanhedrin 70’ler meclisi) en iyisi seçilir, diğer ikisi tarafından sırlara vakıf edilir.” (Türk Mason Dergisi, s.21, sh.1095)

   “Sanhedrin üyelerinin tümü büyü bilmek zorundadır.” (Das Reich Satans, Karl R.H. Frick, sh. 85)

   Faal, Kara Büyü ve Şeytanla ilişki kurma ile ilgili bilgileri kapsayan Kabala, Masonik öğretinin temelini oluşturur. Bu nedenle Kabala’nın teorik ve pratik uygulamarı ile ilgili bilgiler 33 kademeye ayrılmıştır. Kabala’nın vermeye çalıştığı eğitimin özü ise metafizik güçlerle irtibat kurarak (onlara göre) Evrenin ulu Mimarı Şeytan’ın sırrının tüm manalarını içeren bilgiye ulaşmaktır.

   “Kabala büyücülüğün anlamını kavrar. Kabala sayesinde kara büyü dünya çapında itibar görmüştür.” (Das Reich Satans, Karl R.H. Frick, sh. 101)

   “Kabala bilinçaltının kapılarını açan ve ruhu saran manevi değerlerin dışarı çıkmasını sağlayan anahtardır. Masonluk onu insanın yaşamı anlaması için gerekli görür” (New Age Mason Dergisi sayı 77, sh. 31)

 
    Kabalist eğitimle yetiştirilecek olan adaylar, Mason Üstad-ı Azamlar tarafından dikkatle seçilir ve aday, ancak bir kademenin bilgilerini tam anlamıyla hazmedince diğer bir kademeye geçebilir. Bu taktiğe masonik dilde: “Uykulu gözlere ışığın yavaş yavaş verilmesi” denir.

TALMUD : 

   Yahudi Hahamlar, Tevrat’ı bozup değiştirmekle yetinmemişlerdir. Tevrat’ta bulunan bütün hükümler hahamlarca bir araya getirilmiş, detaylandırılmış ve çeşitli eklemelerle açıklanmıştır. Talmud, bu Tevrat yorumunun (tefsirinin) ismidir.

  Tevrat üzerinde yapılan bu yorum ve açıklamalar, asırlarca nesilden nesile aktarılmıştır.

   Milattan sonra 2. yy’da bu yorum ve açıklamaları Yahudi Haham Nasi Yuda, yazılı hale getirerek Talmud’u oluşturmuştur. Bu Talmud iki kısımdan oluşur. Asıl kısmı oluşturan Mişna ile, yorum kısmını oluşturan Gemera.

   Talmud, Yahudi dinide büyük önem taşımaktadır. Okullarda Tevrat ile birlikte okutulan Talmud, bir yasa niteliğindedir. Yahudilerin kabul ettiği şu prensipten, Talmud’a ne kadar önem verdikleri belli olmaktadır.
   “Her Yahudinin öğrenimini üç kısma ayırması ve üçte birini Tevrat’ın eğitimine, diğerini Mişna’nın eğitimine ve diğerini de Gemara eğitimine ayırması gerekir.” (İbrani Edebiyatı s.14)

   Hahamlar, Tevrat’taki dünya hakimiyeti ile ilgili hükümleri Talmud’da genişletmektedirler. Bütün özlem ve isteklerini bu kitaba sokan hahamlar, Mesih inancını da Talmud’da detaylı olarak anlatmışlardır.

   Bunun yanı sıra, Yahudi ırkının üstünlüğü inancı, Talmud’da çok ayrıntılı olarak işlenmiştir. Bu inanca göre Yahudinin üstünlüğü ahiret için de geçerlidir. Talmud’a göre cehennem ateşi Ben-i İsrail günahkarları ve hahamların talebeleri üzerinde etkili olmayacaktır.

   Talmud, Yahudilerin dünyanın sahibi olduğunu iddia eder. Talmud’a göre, Yahudi olmayan birsinin malı, onu ilk bulan Yahudinindir. Yahudiler bütün ırklardan üstündür. Diğer milletlerin tohumu hayvan tohumudur.


29 Mayıs 2015 Cuma

Türkiye;De Kökü Dışarıda Olan Akımların Çarpışması İle Hep Zayıflatıldı , Tüketildi! Tıpkı Sağ-Sol Gibi, Türk-Kürt Gibi...Alevi-Sunni Gibi ... Laik-İrtica Gibi... Milletimizin Milli Dirilişini Ve Türkiye’mizin Kalkınmasını, Türk’ü Türk’e, Kürd’ü Kürd’e Sağcıyı Solcuya Vurdurarak 1960 Ve 1980 İhtilalleriyle Önlemişlerdi

.......BUNLAR BİTMEZ ......:IRKÇILIK, PARTİCİLİK, MEZHEPÇİLİK, TARİKATÇILIK, CEMAATÇİLİK HASTALIKLARINDAN KURTULUP, ÜMMET ŞUURUYLA BİRLEŞİNCEYE KADAR!

Onların işleri aralarındaki İstişare iledir.

 
Nedir bu parti, cemaat ve şahsi çıkarlar uğruna din, vatan, millet, can, mal ve namus düşmanlarıyla kirli ilişkiler ve Bizans entrikaları!?

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a) Efendimizin “İnsanlar üzerine çok aldatıcı ve şaşırtıcı seneler gelecek! O senelerde; doğrular yalancı, yalancılar doğru gösterilecek! Emin kişiler hain, hainler de emin sanılacak..!” buyurduğu bir asırda yaşıyoruz?!

Kamusal alana Allah’ın ilkelerini sokmamak için başörtülü kızlarımızı okullarımızda ve dairelerimizde ağlatan, namaz kılanları, oruç tutanları fişleyip görevlerinden attıran, siyasal İslam ve Yeşil sermaye iftirasıyla Müslüman tüccar, âlim ve siyasetçi avına çıkan bu Masonik üçüzlerin yılanlı ihanet deliklerine elimizi ikinci defa sokturtmayacağız inşallah!


MÜSLÜMANLAR İÇİN VERİLEN BU OY ZAMANINDAKİ FIRSAT iyi değerlendirilir ve allah’ın razı olacağı bir hayata yönelirsek, kurtuluş için adımların atılmış olacağı kesindir.

Yok, eğer Müslümanlar bu fırsatı değerlendirmez, hayrın ayağa kalkması için ciddi bir gayret sarf etmezlerse, onların yani Müslümanların hayatlarına asla kendiliğinden hayır hâkim olamayacaktır.
Olacak olan, bir cahiliyeden, diğer cahiliyeye; bir şer kuvvetten, başka bir şer kuvvetin kucağına düşmektir.

Ne yazık ki bu defa, insanlara kendileri için sistem, nizam seçme fırsatı verilmeyecektir.

Hep Oyun içinde oyun oynadılar :Laiklik, Cumhuriyet'i koruma, irtica, bölücülük hepsi hikaye idi...
TÜRKİYE'de kökü dışarıda olan akımların çarpışması ile hep zayıflatıldı , tüketildi!
Tıpkı SAĞ-SOL gibi, TÜRK-KÜRT gibi...ALEVİ-SUNNİ gibi ... LAİK-İRTİCA gibi...


Tarih okurken bugünle mutlaka bağdaştırın , karşılaştırın , kıyas yapın. Mutlaka bir yerden bir şeyler çıkacaktır. Bugün olanların aynısının veya benzerinin geçmişte de olduğuna şahitlik edeceksiniz.

O kadar net ki her şey, görmemek için kör olmak gerekir. O kadar net ki, at gözlüklerini çıkarmak gerekir. HAZIR MISINIZ?

KORKMAYIN ARTIK : Artık gerçekleri konuşun , yazın anlatın , Kraliçe ve adamlarının kurduğu sistem ERROR veriyor!


Yahudiler hakkında bir fikir beyan edenin hayatı artık karartılamayacak! Birkaç ailenin histerileri son bulacak! Devletlerle oynamayı bırakacaklar! Bu sistem değişecek! Yenilecekler ve boyun eğecekler!


Rabbimiz, önümüze bir imkân, bir fırsat lütfetti. Eğer bu dönemi ihmal edersek, yarın acıklı bir azapla karşılaşabiliriz .

Kur'ân, sadece müslümanların ve İslâm'ın kitabı değildir. 
Kuran ve Peygamberi ile Alemlere Rahmet için ALLAH tarafın dan gönderilmiştir ..

Hâl böyle olunca, müslümanlar sadece İslâm''la ve kendileriyle ilgili hitapları muhatapları , sorumluluklarını yerine getiremedikleri takdir de , insanlığın felâkete sürüklenmesinin doğrudan sorumluluları olmuş olurlar.

Ayrılmadan, bölünmeden ve hep beraber tekrar “One Munite” inşallah!










**************

“OY ”UN ÜZERİNDE OYNANAN “OYUNU” FARK ET TÜRKİYE

YENİAKİT / İbrahim Bektaş
Yeni bir yaşam için ,dinler arası diyalokla ,yeni bir din anlayışı biçimin de ….Şimdi de ABD’nin öncülüğündeki dış dünya, bize şekil vermek, bizi istediği kalıba sokmak, başaramazsa kefen biçmek için epeydir çalışıyor.

Birinci Dünya savaşına un yüklü gemilerden top çıkararak bizi bulaştıran ve 600 yıllık cihan imparatorluğunu parçalayan dış dünya;

Sonra, Ermeni iddiaları ve ASALA terörü ile burçlarda gedik açmaya çalıştı.
ASALA tutmayınca, kılık değiştirerek, sağ-sol, Türk-Kürt, Alevi-Sünni gibi suni kutuplaşmalar icat ederek, şansını o alanda denedi.
Bunlar yetmeyince de, Türkiye’nin boynuna iç uşakları vasıtası ile her on yılda bir ihtilal yaftası astı.
Bu girişimlerinin her biri Yüce milletin bağrında derin yaralar açtı. Babayı oğula, kardeşi kardeşe düşman etti. Ancak bunlar da, “Pis Dünya” nın habis emellerine ulaşmasına yetmedi. İstediklerini tam olarak elde edemedi.
Sonunda, ülkenin temel dinamiği olan “İslamiyet’i ve dindarları” tümüyle çökertmeden bu işin olmayacağı kanaatine vararak, 28 Şubat’ta o yönde son bir hamle daha yaptı.

Bundan böyle, Yahudiler tarafından bir bir toprağa düşürülen Filistinli kuzuların gözyaşlarını silen olmayacak. Myanmar’da diri diri gömülen Müslümanların çığlıkları kimseyi rahatsız etmeyecekti.
Libya’da, Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, Pakistan’da, Habeşistan’da, Nijerya’da, Yemen’de ve diğer İslam coğrafyasında akıtılan kanın hesabını soran olmayacak ve yapanların yanlarına kâr kalacaktı.
Öyle ya! 28 Şubat mezarlığına kefensiz defnedilen delikanlı artık “imdat” seslerini duymayacak. Yahudi mezalimine “One minute” diyerek direnemeyecek, Gazze’de aç susuz yavruların sesini duyurmak için Akdeniz’in serin sularına körpe bedenlerinden mukaddes kanlarını bırakan Furkanlar olmayacaktı.
Bundan böyle kahbe emellerine ulaşmak için, “Bir”in sevdalılarına toslanmayacaktı.
Onlara göre, Muhammed’in (sav) muhabbet fedailerini bir bir yutmak için “Her Şey” tamamdı.
Fakat! Hesaba katmadıkları “Bir Şey” vardı. Başı Everest kadar dik, kökleri magma kadar derin, alnı Mekke kadar ak, duyguları Medine kadar asil olan “Bir Şey”.
28 Şubat’ta el birliği ile defnettikleri mevta, Bir Şeyle dirilip, ayağa kalkıvermişti.
“Bin yıllık habis hayaller” on yıl bile süremeden Bir Şey’in gücü ile hâk ile yeksan olmuştu.
Normal süresinde bir türlü alt edilemeyen, yüreklerde dal budak saran Bir Şey’i de yenmek için geriye son bir şans kalmıştı: 7 Haziran’da oynanacak uzatmalar.
Bu safhada atılacak bir gol, her şeyi değiştirebilirdi.
Esasen bu “oy-unun” kazanılması için başkaca bir yol da görünmüyordu.
Ve bu gol’ün atılması kurallar hiçe sayılarak, için her yol mubah sayıldı. Bir Şey’e hücum başladı.

Bütün bunları niçin mi anlattım?
Mensubu bulunduğun “Yüce Birliğe” sahip çıkman için,
 “oy-unun” farkına vararak “oy-una”

 alet olmaman için…SEÇİMİNİ YAP .TARAFINI SEÇ

ÇÜNKÜ .: 7 Haziran günü, kendi irademizin tercümanı olan ellerimizle, 

iki şeyden biri iktidara gelecektir.

Ya Hak, ya Batıl! 

Ya Hayır, ya Şer! 

Ya Adalet, ya Zulüm!

Ya Bereket, ya Felaket!  

Ya Barış, ya Savaş!,

Ya İstikrar, ya Kaos!





Demek oluyor ki, seçim, “Ya tek başına iktidar ya da koalisyon” seçimi!..
“CHP-MHP-HDP koalisyonu iyi olur” diyenlerle “Allah bu memleketi o karanlık günlere dönmekten korusun!” diyenler arasındaki mücadele.


Bu mücadeleyi çok büyük ihtimalle “İstikrar”


 kazanacaksa da…Boşlamaya gelmez!..




Kürt kardeşim; düşmanını tanı!


Meclis’teki Güvenlik yasalarına karşı çıkarak teröristlere sahip çıkan CHP’yi ve ikizleri MHP ve HDP’i Allah’a ve Milletimizin vicdanına havale ediyoruz!




1980 sonrası ihtilalin zulmüne rağmen, batılıların tarifiyle “Siyasal İslam” yani “Milli Görüş” büyükşehirlerde ve bilhassa doğuda tüm şehirlerin belediyelerini kazanınca Siyonist İsrail’in şer oyunları bozuldu!




Hâlâ haritalarında Marmara’mızı “Bizans”, Karadeniz’imizi “Pontus Rum”, Doğu’muzu “Ermenistan”, Güneydoğu’muzu “İsrail” olarak gösteren şer odaklar; 1989’da başlayan “Milli Şahlanışımız”dan şaşkına döndüler!
Şer odaklar bu sefer, yıllarca dışarda elçiliklerimize yaptıkları terör eylemleriyle Türkiye’mizin itibarını yok etmeye çalışan Ermeni terör örgütü ASALA’yı PKK’ya dönüştürdüler!.. Ve emperyalist ülkelerin kontrolünde, ÇEKİÇ-GÜÇ adıyla kurulan haçlı birliğinin kontrolünde de bu Ermeni terör örgütü PKK’yı güçlendirdiler!
Milli Siyasi Diriliş Hareketi, “28 Şubat post modern darbesiyle” yeniden siyaset dışı bırakılınca doğu vilayetleri, PKK kontrolündeki –güya– Kürtçü siyasal gücün kontrolüne verildi!
Bu şer planla; masum ve mazlum Kürt haklarının savunuculuğu rolünü üstlenen, Ermeni kimliğini gizleyen PKK eliyle, Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi’nin torunları Kürtlerle, Sultan Alpaslan’ın torunları Türkleri vuruşturmayı başarmışlardı!.. 
Ancak; “Yeniden Milli Diriliş Hareketi” AK Parti İktidarıyla gerçekleşince emperyalistlerin ülkemizi bölüp yutma oyunları bir kere daha bozuldu Elhamdülillah!
Ermeni terör örgütü PKK’nın yıllarca istismar ettiği hakları, Kürt halkına veren Ak İktidarı; “Barış Süreciyle” de Tapınak Şövalyelerinin oyunlarını yine bozdu Elhamdülillah.
Tam yüz yıldır kasıtlı, planlı bir şekilde, devletin eliyle zulme uğrayan Kürt halkına haklarını iade mücadelesi veren, baskı ve şiddeti kaldıran Ak iktidara, PKK ve siyasal uzantısı HDP niçin teşekkür etmiyor!
Kürt halkına yıllarca zulmeden rejimin partileri CHP ve MHP ile HDP niçin derin bir işbirliği içindedir?..
Dersim’de, Şeyh Ali Rıza önderliğindeki “Müslüman Alevi kardeşlerimizi”, doğuda Şeyh Said önderliğindeki “Müslüman Kürt kardeşlerimizi” katleden, hayatta olanları sürgüne gönderen CHP ve yavrusu MHP ile mecliste niçin birlikte hareket etmektedir!? 
HDP,“ana dil” dâhil, hakların bir kısmının verildiği “2010 Anayasa Referandumu”nda CHP ve MHP ile niçin beraber hareket etmiştir!
Kürtçü olduğunu söyleyen HDP, Kürtlere verilen hakların yasallaşmasına niçin devamlı karşı çıkmaktadır?..
İktidarın hazırladığı tüm hakların garantörü olacak bir anayasaya niçin karşı çıkmaktadır?..
İktidarın doğuya yaptığı devasa yatırımları ve okulları niçin yıkıp yakmakta, işadamlarını ve öğretmenleri acımasızca niçin katletmektedir?.. 
Mazlum doğu halkının maddi ve manevi refahına HDP niçin karşı çıkmaktadır?..
Çünkü; “Kürt kardeşlerimizin” asıl düşmanı PKK Ermeni terör örgütü ve uzantısı HDP’dir.
Dinimizin, Diyanetimizin, Canımızın, Evlatlarımızın, Namuslarımızın ve Mallarımızın düşmanı HDP!!..
“Ezilen Kürtler!” Edebiyatıyla Müslüman Kürt genci Yasin Börü’nün kafasını lime lime parçalayarak ezdiren HDP!
İsrail Teröründen bir kelime bahsetmeyip, yüz yıl evvel olduğu iddia edilen Ermeni Soykırımı avukatlığına soyunan HDP!!
Müslüman Kürt kardeşim! Artık maskeli gerçek düşmanını tanı!
Vallahi, Van ve çevresini Ermenistan’a, Güneydoğuyu İsrail’e peşkeş çekmekle ve Müslüman Kürt halkının torunlarını dinsiz yapmakla görevli ihanet şebekesi PKK’nın siyasi maşası HDP’ye sakın alet olma! 
Hedefleri, Kürtçülük maskesiyle Ermenistan ve İsrail işgalini sağlamak olan bu siyasal tuzağı, Müslüman Kürt kardeşlerim, engin imanı ve feraseti sayesinde AK oylarıyla 7 Haziran’da bozacaktır İnşallah! 


 2023’te İnşallah!


IRKÇILIK, particilik, mezhepçilik, tarikatçılık, cemaatçilik hastalıklarından kurtulup, Ümmet şuuruyla birleşinceye kadar!
İşsizliğin, sömürünün, geri bırakılmışlığın ana mikrobu faiz belasından ve AB hayranlığından kurtulup, kendi ticari, ilmi ve siyasi birliğimizi kuruncaya kadar!
Evet! Dolar ve faiz atomunun belalarından kurtulup, kendi B.A.D Topluluğunun oluşturacağı milli para birimine ve faizsiz bir milli ekonomiye geçinceye kadar! 

Doğu Türkistanlı Müslüman kardeşlerimize kan kusturan zalim Çin, AB, İsrail ve ABD gibi emperyalist ülkelerin mallarına ve modalarına boykot edinceye kadar!
NATO kurtlar sofrasından kurtulup B.A.D Savunma Paktı’mızı kuruncaya kadar! 

Kapitalizm, komünizim, sosyalizm, faşizm ve laisizm putlarını yıkıp, yerine hâkimiyet kayıtsız şartsız her yerde, her şartta ve her zaman sadece Allah’a aittir inancıyla İslam Düzenini kuruncaya kadar!
Kralların, bazı siyasi liderlerin, ilmi ve manevi kanaat önderlerinin egemenliğinden kurtulup, Allah’a kulluk egemenliğine dönünceye kadar!

Devletin temel nizamlarını kısmen de olsa Allah’ın İlkesi İslam Dinine dayandırmayı suç kabul edip, yasaklayan bu şirk yasalarından kurtuluncaya kadar!

Allah’ın tüm kullarına verdiği insani hak ve hürriyetlerimize yeni bir milli anayasa ile kavuşuncaya kadar! 

Ve birbirinden kopuk devletçiklerden, Yeniden Büyük Türkiye öncülüğünde yekvücut B.A.D (Birleşik Adil Devletler) Müslüman Topluluğunu oluşturuncaya kadar!

Siyonist ve emperyalistlerin maddi, manevi ve kalbi işgallerinden kurtulmamız mümkün değildir!

Bu sebeple;
Türkiye’mizi yeniden karanlık çağlara, istikrarsız dönemlere ve kardeş kavgalarına dönüştürerek bölüşmek isteyenlerin, kapkara oyunlarını 7 Haziran’da AK oylarımızla bozalım İnşallah! 
Bu büyük zaferden sonra, 

B.A.D (Birleşik Adil Devletler) Topluluğunun temeli 2023’te atılacak İnşallah!

Selam, sevgi ve duayla. 
YENİAKİT / Şevki Yılmaz


Onlar Kürt’ün Ölüsünü Severler!

IRKÇILIK hizmetlerin, faaliyetlerin içine sızmış olup onu kirleten ve sinsice sabote eden; münafıklar, arivistler, gulülcüler, rantçılar, hırsızlar, soyguncular, ehliyetsizler, zurnanın son deliği bile olamayacak balonlar, cahiller, sahtekarlar, soytarılar, holiganlar, kara para zenginleri ve diğer bütün haşarat tasfiye edilmelidir.




1. PKK, üç beş çeteci ve çapulcu değil, bir gerilla ordusudur.
2. Gerilla savaşları konvansiyonel orduyla, konvansiyonel savaş metotlarıyla kazanılamaz.
3. PKK'yı bitirmek için tamamen profesyonel (Mânen ve maddeten)vasıflı, güçlü ve üstün bir anti-gerilla ordusu kurulmalıdır.
4. PKK'yı başlangıçta derin TC, derin istihbarat, bir kısım derin egemen azınlıklar, derin Kriptolar kurdurtmuştur.
5. Resmî ideoloji ve vesayet rejimi varken PKK terörü ve savaşı bitmez.
6. Otuz senedir PKK savaşları ve terörü sürüyor, bir türlü bitirilemiyor. Birileri bunu bitirmek isteyeni bitiriyor.
7. PKK'ya Türk ordusunun silahlarını ve cephanelerini kimler vermişse, onlar bulunup cezalandırılmadıkça bu savaş bitmez.
8. PKK'nın gölgesinde uyuşturucu ticareti yapıp zengin olanlar ellerini kollarını sallayarak dolaştıkça bu savaş bitmez.
9. Müslüman Türkiye'de, M. Kemal'in ölümünden sonra çıkartılmış anti-İslamî Kemalist ideoloji yürürlükte kaldığı müddetçe PKK terörü bitmeyecektir.
10. PKK'nın arkasında "bir kısım" Ermeniler, Siyonistler, Kriptolar, Pakraduniler, Dönmeler, Haçlılar, Misyonerler, Emperyalistler, Sömürgeciler, AB'ciler, ABD'ciler vardır. Bu gerçek bilinmeden ve gereken çare ve çözümler bulunup hayata geçirilmeden PKK bitmez.
11. PKK terörü ve savaşı konusunda, neticelerin ötesinde sebeplere ulaşıp onları nötralize etmedikçe bu savaş bitmeyecektir.
12. Halk otuz seneye yakındır PKK konusunda aynı teraneleri, lafları, sloganları, aynı edebiyatı işitmektedir: "Bunlar birkaç çapulcu... Devletimiz güçlüdür... Bunları yok edeceğiz... Artık sabrımız tükendi..." gibi. Devlet güçlü ise otuz sene geçti, bunları niçin bitiremedi?
13. TC, PKK ile yaptığı savaşta Şeriat ve Tarikat kanatları ile uçmazsa bu savaşı kazanamaz.
14. PKK'ya karşı yirmi beş otuz binlik özel bir komando ordusu kurulmalıdır.
15. Bu orduda, komando eğitiminin yanında Şeyh Şamil'in Müridizm teşkilatı ve ahlakı olmalıdır.
16. Doğu ve Güneydoğuda samimîolarak İslam ilan edilmelidir ve gerekleri yerine getirilmelidir.
17. Aslına uygun İslamî zihniyet veahlak olmadan bu savaş kazanılamaz.
18.
19. 
2o. 
21. TC'deki yoğun, genel, dehşetli kokuşma, kirlilik devam ederse ne PKK krizi çözülür, ne de öteki krizler.
22. 
23. Türkçülük, Kürtçülük ve başka ırkçılıklar kaldırılmalı, PKK'ya karşı İslam bayrağı altında savaşılmalıdır. Bugünkü rejimin yapısı, resmî ideoloji yasak ve tabuları böyle bir iyi gelişmeye imkan vermez.
24. İsrail'in PKK'yı desteklediği uluslararası hukukta geçerli belge ve bilgelerle ispat edildiği takdirde, Siyon devleti ile ilişkilere son verilmelidir.
25. 
26. 
27. Bütün Müslümanlar ehliyetli, liyakatli, dirayetli, ziyalı, son dereceyüksek ahlak ve karakterli, doğru ve dürüst, ufukları 360 derece açık, dinde salih, siyasette dâhi müstesna bir zatı İmam-ı Kebir olarak seçmeli ve kendisine biat veitaat etmelidir.
28. İslamî hareketin, hizmetlerin, faaliyetlerin içine sızmış olup onu kirleten ve sinsice sabote eden; münafıklar, arivistler, gulülcüler, rantçılar, hırsızlar, soyguncular, ehliyetsizler, zurnanın son deliği bile olamayacak balonlar, cahiller, sahtekarlar, soytarılar, holiganlar, kara para zenginleri ve diğer bütün haşarat tasfiye edilmelidir.

Mehmed Şevket Eygi